Gönderen: 7.Samuray | 07 Şubat 2017

Lion [2016]

16427218_1366440966753279_81179580136291349_n

Yönetmen&Senarist:
-Garth Davis
Oyuncular:
-Sunny Pawar
-Dev Patel
-Abhishek Bharate
-Nicole Kidman
-Rooney Mara
Ülke/Yapım Tarihi:
-ABD/2016
Tür:
-Dram

Hindistan’da, sekiz yaşında bindiği yanlış tren yüzünden kaybolan, Avusturalyalı bir aile tarafından evlat edinilen, Saru‘nun kaybettiği ailesine kavuşması anlatılıyor filmde. Ama bu yazının yazılma nedeni filmde görüp umut veren iyi insanlardan başkası değil. Çok detaylı anlatılmasa da Avusturalyalı kadın ve kocasıdır bence filmin umut veren noktası. Dünyadaki adaletsizlik, yaşam koşulları, ülkeler arasındaki gelir uçurumu, aynı ülkede veya şehirde/mahallede yaşayan insanlar arasındaki gelir uçurumu…
Sınırsız eşitsizlik örneği verilebilir. Saru’nun hikâyesini izlerken bunları düşünmemek imkânsız. Ama bir gerçek var: Hindistan’da, Amerika’da, Türkiye’de, Avusturalya’da, Bangladeş’te, İngiltere’de, Almanya’da, İran’da, Rusya’da, Çin veya Japonya’da… Yani her yerde, bunca kötülüğün, adaletsizliğin, pisliğin yeşerdiği dünya denen kürede, iyi insanlar da var.

Onlar da şansız varlıklar için, insan, hayvan veya doğa parçası, çabalıyorlar. Mesela biri ceketini kar yağarken bir köpeğe siper edebiliyor. Birileri dünyanın doğal güzelliği bozulmasın diye artık birer şirkete dönmüş devletlere ve onların hükümetlerine karşı bir çok yerde mücadele ediyor. Ve insanlar için birileri ırk, din, milliyet, mezhep gözetmeksizin çabalıyor. Bizim gibi korkakların “Ama elimizden bir şey gelmiyor” deyip kenara çekildiği yerde birileri her şeylerini riske atıp bir başka varlık için umut olabiliyor. Bunların hepsi gerçek. İnternetin eğer güzel bir yanı varsa, o da bize bu hikâyelerin ulaşmasını sağlamış olmasıdır.

İyi insanlar var. İyi’den yana olanlar var. Adaletsizliğe bir parça da olsa, kendi çapında karşı çıkanlar var. Aslında girizgâhı bu kadar uzun tutma nedenim filmde anlatılan Avusturalyalı aileydi. Bence Nicole Kidman‘ın hayat verdiği karakter daha fazla deşilebilirdi. Yönetmen bunu tercih etmiyor. Filmin bir çok noktası kötülüğe varınca kesiliyor. Yönetmen belli bir noktadan sonra var olan kötülüğü hayalgücümüze bırakıyor. Ajite etmeden seyircisine kendisini anlatan Lion, kesinlikle  bu yılın ve hatta son yılların bence en güzel, en gerçek hikâyelerinden birini anlatıyor. Çünkü kikâye gerçek… Unutmadan, bu yazının sonunda iyi insanlara dair bir link daha vereceğim. İsteyen bonus olarak onu izleyebilir.

Filme döneyim. Hikâyenin kendi içinde sürprizleri var. Mesela filmin adının “Lion” olması,  Saru’nun abisi, Saru’nun hangi şehirden geldiği…

Okumadığım ama yazılma hikâyesini bildiğim bir kitap var. “Marcel Proust, bir gün şöminenin karşısında oturup tabağındaki kurabiyeleri yerken çocukluğunu anımsar ve yazmaya karar verir.”   Kayıp Zamanın İzinde‘nin yazılma hikâyesidir bu anekdot, kurabiyeler yazarı çocukluğuna götürür. Ortaya bir roman çıkar. Jalebi adlı tatlının filmde tuttuğu yer, bu olayın film olana kadar geçen hafızasıdır. Çünkü bu güzel hikâye ortaya çıkmışsa sebebi sokakta satılan bir tatlıdır.

Enteresan bir şey söyleyeyim, yönetmenin hikâyeyi seyirciye aktarırken ajitasyona başvurmasına gerek kalmamış, yani biri yanınıza oturup: “Bak böyleyen böyle, işte başımdan bunlar geçti” diye bu hikâyeyi anlatsa size, oturur ağlarsınız. Çünkü film gözlerinde yaş olan insanları tartışmasız ağlatacaktır.  Saru’yu oynayan küçük Hintli “Sunny Pawar”ı o karanlıktan alıp saklama, annesine ve abisine teslim etme hissi film bitene kadar devam ediyor. Oyuncuların hepsi çok iyi. Çocuk oyuncular kesinlikle çok iyi.

Süper kahramanlardan, uzayda geçen tuhaf, pahalı ve renkli hikayelerden gözümüzü ayıramadığımız bir dönemdeyiz.  Sinema ise bir lüks. Hem de pahalı bir lüks.  Açıkçası artık sinema salonlarına çok fazla harcama yapmak istemiyorum. Bir izleyici olarak bu benim kişisel tercihim. Artık filmi izledikten sonra[Korsana selam] salona gidip hâk edene parasını vereceğim. Korsan film izleten, izleyen hırsız oluyor da insanların parasını piç eden kötü filmler hırsız/dolandırıcı olmuyor mu?
Elbette buna yanıtları hazır:
-Sanat.
Tabi canım, sanat  tabi!
Yani sanatta beğeninin bir ölçütü olmadığı için biz evsahipleri, yavuz hırsıza kaybedeceğiz. Yok! Kusura bakmayın… Önce izleyeceğim, sonra sinemaya gideceğim. Sizi bilmem ama ben tercihimi bu yönde kullanacağım. Lion’u sinemada yakalarsam, sırf bu yüzden gidip bir daha izlerim. Çünkü bunu hâk ediyor. Kaldı ki, bana göre, Lion 2016’nın en iyi üç filminden biridir. Diğeri ikisi: Captain Fantastic ve Eddie the Eagle.
Mümkünse bulun ve izleyin. Sonra bana teşekkür edeceksiniz.

BONUS:
Kanserden ölen komşusunun yetim kalan üç çocuğunu evlat edinen kadın iyi ki varsın!


Yanıt

  1. Ah Saroo…
    Filmin ilk yarısını ne olur başına kötü bir şey gelmesin diye elim kalbimde izlediğim, kendisini evlat edinmeyi seçen annesinin çocuk sahibi olabilecekken kendisini evlatlık aldığını öğrendiğinde ki şaşkınlık ve hayranlığını birlikte yaşadığım ve annesini bulduğunda ona armağan ettiği ‘okyanus kadar derin bir mutluluğu’ bana da hissettiren Saroo… Ve filmin en sonunda ki fotoğraflarla bana muslukları iyice açtıran yaşıtım Saroo. Var ol sen. Bundan sonra her halka tatlısı gördüğümde seni anacağım!

    Filmden bu yazı sayesinde haberim oldu. İzledim. Teşekkür etmek için döndüm. Karanlığı aydınlatmayı dert edinen tüm iyiler de var olsun.


Yorum bırakın

Kategoriler