Gönderen: 7.Samuray | 11 Nisan 2019

“Gaziantep’ten Sevgilerle”

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bunca yıldır Gaziantep’te yaşıyorum, “Gaziantep’te görülecek ne var, hangi mekanda ne yenir?” diye hep bir yazı yazmak istedim. Üşendiğimden olsa gerek, bir türlü yazamadım.  İnternette de Gaziantep’e tost yemeye gelen video blogerlar var, onlar işin “tıklanma” boyutuyla ilgileniyorlar. Pek bir şey anlattıkları da söylenemez. Ben okumayı sevenlere yazıyorum. Siktir edin videoyu… İzleyince sürprizi kalmıyor hiçbir şeyin, oysa okumak heyecan, hayal gücü ve merak katıyor…

Mevzumuza dönüp aklınızdaki ilk soruya cevap veriyorum: Eğer gezmek ve yemek için geliyorsanız Gaziantep’e ayıracağınız gün sayısı bence en fazla 3 olabilir.

Not: Artık çoğu ülkede görebileceğiniz uyduruk müzelerden Gaziantep’te de bolca var. Aşağıdaki bilgileri bu sıkıcı müze yazılarıyla doldurmak istemiyorum. Ayrıca müzelerle ilgilenenlere link vereceğim. Ben daha çok gerçekten görmeniz  ve lezzetli yemek için uğramanız gerektiğini düşündüğüm yerleri ekleyeceğim. Yine şişirilmiş mekanlardan da bahsedeceğim. Ama bunlardan bahsetmeden önce ulaşım hakkında bilgi vermek istiyorum.

Tamamını Okuyun…

Endonezya’ya ilk defa geliyorsanız “Ormana hoş geldiniz”, lakin Endonezya’ya ikinci defa geliyorsanız o hâlde “Evinize hoş geldiniz” ve unutmayın bu ülkede hatalar yoktur, sadece alınan dersler vardır.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu yazı sizi linkten linke gezdirmeden, tek bir blog sayfasında Bali, Nusa Penida, Gili Air, Gili Trawangan, Gili Meno ve Lombok Adaları hakkında bilgi edinin diye yazıldı. Eğer şanslıysanız ve internette bu yazıya daha seyahatinizin başında denk geldiyseniz işinizi yarı yarıya kolaylaştırmış olacağım. Her ne kadar yazacaklarım kişisel tercihlerim olsa da siz kendi seyahat programınızı ayarlarken işinize yarayacak birçok detaya şimdiden sahip olacaksınız. Çünkü bu yazı sadece gidip gördüklerimden ibaret değil. Aynı zamanda 6 ay boyunca okuduğum birçok şey de yine bu yazıya dahildir. Elimden geldiğince her ayrıntıyı anlatmaya çalışacağım.

Unutmadan Endonezya, Türkiye vatandaşlarından vize istemiyor. Yani 1 ay boyunca Endonezya’da takılabilirsiniz. Ülkenin para birimi  “Rupiah”tır. Ülke telefon kodu +62‘dir. Özellikle orada birinin numarasını aldığınızda başına ülke kodunu yazın.  Endonezya’da yaşayan Hinduların dört tane ismi var. Çocuklara doğum sırasına göre isim veriliyor. Eğer olur da  ismini sorduğunuz herkes: “Wayan”,Ketut”, “Kadek” veya “Koman” diye cevap verirse şaşırmayın. Bu isimleri Bali ve Nusa Adaları’nda sık sık duyacaksınız.

Bali’yi ve bu saydığım adaları gezmeyi seçtiyseniz ve bir haftada ben bu adayı, Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 19 Ocak 2018

“Belgrad – Novi Sad”

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sırbistan/Belgrad, internetten arattığınızda muhtemelen hakkında en çok yazı yazılan Balkan ülkesi-şehridir. Bunda Sırbistan‘a vizesiz seyahatinde etkisi büyük. Ama vizesiz oluşu ülkeye ayak basmak için yeterli değil. Novi Sad‘a otobüsle gittiğim için öncelikle ülkeye giriş mevzusunu yazacağım.

Gitmeden önce okuduğum yazıların bir kısmında özellikle bahsedilen bir iki detayı yazmam gerek. Sorun yaşamasam da gördüğümü yazmam doğru olacak. Eğer Sırbistan‘a gidecekseniz mutlaka sağlık sigortanızı yaptırın. Seyahat acentelerinde 35-40TL civarı bir ücretle bunu yapabilirsiniz. Konaklayacağınız yerin konfirmasyonu, yine yanınızda olması gereken bir diğer belge. Ayrıca dönüş uçağı biletinizi de yanınıza alınız. Bunları kendimle götürdüm. Açıkçası hiçbir işime de yaramadı. Ama yanınızda bunlar olmadan gitmenin seyahatinizi riske atabileceğini bilmeniz gerekiyor. Neden? Çünkü uçak havaalanının körüğüne yanaştığı anda, hostesler “Lütfen pasaportlarınızı hazırlayın” diye anons geçiyor. Uçaktan çıkıp körüğe vardığınız anda havalimanı görevlileri pasaportlarınızı alıyor. Yani daha pasaport kontrol gişelerine gelmeden önce Orta Doğuluların pasaportları ön kontrolden geçiyor. Ve hiç öyle havalara girmeyin, Türkiye bir Orta Doğu ülkesidir. Bundan gocunmayalım. Devam edeyim, eğer pasaportunuzda Allah’ın belası “Şengen Vizesi” varsa size “Hoş geldiniz” deyip pasaport kontrol gişelerine sizi yönlendiriyorlar. Bende Şengen ve Rusya vizesi vardı. Bundan dolayı geçtim. Bana herhangi bir belge ve soru da sormadılar.(Bu hiç sormayacakları anlamına gelmez-miş). Ama pasaportlarında herhangi bir ülkeye giriş – çıkış ya da diğer ülkelere dair bir vize olmayan, pırıl pırıl sayfalı Türkiye vatandaşları ve bizim gibi diğer Orta Doğuluların hepsinin pasaportunu alıp, “Lütfen bekleyiniz” dediler. Eğer pasaportunuz pırıl pırılsa, sizden otel konfirmasyonu, seyahat sigortası, dönüş bileti, cebinizde yeterince para olup olmadığına ve Sırbistan‘a niye geldiğinize dair sorular soracaklar. Bildiğim kadarıyla çok büyük sorun çıkarmıyorlar(mış). Ama işler bu şekilde yürüyor. Sonuçta sizi evinize yollamak isterlerse yapabileceğiniz pek bir şey yok. Türkiye‘den gidenlerin pasaportlarında “Şengen Vizesi” görünce en azından geçebilirsiniz diyorlar. Oysa hatırladığım bir şey daha var, dönüş uçağını beklerken Türk Hava Yolları‘yla gelen İran kafilesinin tamamını beklettiklerini gördüm. Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 20 Haziran 2017

“Kiev”

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

4 milyon insan yaşıyor burada dediler. İnanasım yok. Bir şehir bir ormanın ortasında kurulu olabilir mi? Bir şehir bu kadar yeşil olamaz, dersin ama Kiev’den sonra olur. Hava bu kadar güzel, temiz olamaz, dersin ama Kiev’den sonra olur. Uçağın penceresinden sabahın köründe, halsiz hareketsiz şehri ilk defa gördüm. Kendimi ilk defa hem güvende hem de Türkiye dışında bir yere aitmişim gibi hissettim. Normalde bilmediğim bir dil, alfabe ve kültürle karşılacağım. Normalde burası yeni bir ülke. Başıma neler gelecek bilmiyorum. Korkmam, tedirgin olmam lazım. Oysa o ilk karşılaşmadan sonra içim ferahladı.

Türkiye’deki havaalanı’nda hiçkimse yok, bütün evraklarım tastamam, uçağa beş saat var. Pasaport kontrolünü geçip Kiev uçağına kadar uyurum diyordum. Hiçkimsenin olmadığı bir kuyrukta devlet memurunun, “ıslak imza olmalı, e-imza olmaz” geyiği yüzünden bekletildim. Neyse ki görevlilerden biri iyi niyetle gerçekten yardımcı oldu. İki saatin sonunda geçtim. Artık yurtdışına çıkarken memleket insanına eziyet etmeseler iyi olurdu.

Kiev’de ise:
-where are you come from?
+Ankara!

Soru, cevap ve pasaportumun kaşelenmesi arasında 15 saniye oynadı. Neyse işin romantik kısmını, kendi ülkemde suçlu psikolojisiyle yurtdışına çıkışımı bir kenara bırakırsam, dört gece kalıp muhteşem anılarla döndüğüm bu şehirden herkesin aslında aradığı ama bulamadığı sorulara cevap olsun diye bu yazıyı yazıyorum. Havaalanından başlayacağım, çünkü bu kısım sizin rahat bir şekilde seyahat etmeniz için önemli. Yazıyı okudunuz. Gereken notları aldınız. Eğer Kiev’e gidip dönerseniz en azından aşağıya yorum bırakmanızı bekliyorum. Böylece doğruluğunu da teyit etmiş olurum. Hem de “iyi ki yazdım, böylece birilerine yardım etmiş oldum” derim.

1) Boryspil  Havalanı‘nda Pasaportunuza kaşe basılıp size “Kiev’e hoş geldiniz” dendikten sonra havaalanından çıkmak için sakın ama sakın acele etmeyin!!
Neden? Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 23 Mart 2017

Şebeke/Network[1976]

 

Yönetmen:
Sidney Lumet
Senarist:
-Paddy Chayefsky
Oyuncular:
-Faye Dunaway
-William Holden
-Peter Finch
-Robert Duvall
-Ned Beatty
-Beatrice Straight
Ülke/Yapım Tarihi:
-ABD/1976

Bayanlar ve baylar kötü reytinglerden dolayı, iki hafta sonra bu programdan emekli olacağımı duyurmak istiyorum. Bu program beni hayata bağlayan tek şeydi ve bu yüzden kendimi öldürmeye karar verdim. Bir hafta sonra bu programda beynimi dağıtacağım.
Gelecek Salı’yı bekleyin!”

Uzun yıllar UBS TV’de akşam haberlerini sunan Howard Beale, reytinglerinin yerlerde sürünmesinden dolayı işten atılacak/emekli edilecektir.  Son programı sunarken, bir gece önce yakın arkadaşı ve departman sorumlusuyla konuştuğu tv’de intihar fikrini ekranlardan bu şekilde seslendirir. Ekrandan apar topar indirilen sunucumuz bir gün sonra bütün büyük gazetelerin manşetindedir. Howard Beale karakterinin televizyonda “Modern zaman peygamberine” dönüşü bu şekilde başlayacaktır. Onu pazarlamak isteyenler, kurbanlarını reytinglerinin gidişatına göre kullanacaktır!

Kendimi bildim bileli televizyon vardı. Ölenler, doğanlar, misafirler, evlilikler, hastalıklar, bayramlar, seyranlar… Yani sıradan bir ailenin başına gelebilecek her şey hayatımızda mevcuttu. Herkesin huyu, fikirleri, yaşı, kaşı, gözü, boyu, bir şeyleri bir şekilde değişime uğrarken izlesek de izlemesek de hep evimizin başköşesini televizyon kapladı. Görüntünün rengi veya kalitesi dışında öz olarak anlattığı hiçbir şey değişmedi. Farkında olmadan ailenin bireyi, toplumun bir parçası, gerçek bildiğimiz her şeyin kaynağı oluvermiş televizyon. Kendi gerçekliğimizden kopup ekrana taptığımızı söylesem yanlış bir tespitte bulunduğumu kim iddia edebilir? Network, evlerimize girip neredeyse kutsal bir figüre dönüşen bu yalancı peygamberin arkasındaki gerçeğin ta kendisidir. Gazetecilerin “gerçek” ve “tarafsız” olmakla ilgili iddialı oldukları bu ekrana/”şebeke”ye dair Network filmi bugüne kadar söylenebilecek en doğru repliklere sahip, izlediğim, tek film. Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 07 Şubat 2017

Lion [2016]

16427218_1366440966753279_81179580136291349_n

Yönetmen&Senarist:
-Garth Davis
Oyuncular:
-Sunny Pawar
-Dev Patel
-Abhishek Bharate
-Nicole Kidman
-Rooney Mara
Ülke/Yapım Tarihi:
-ABD/2016
Tür:
-Dram

Hindistan’da, sekiz yaşında bindiği yanlış tren yüzünden kaybolan, Avusturalyalı bir aile tarafından evlat edinilen, Saru‘nun kaybettiği ailesine kavuşması anlatılıyor filmde. Ama bu yazının yazılma nedeni filmde görüp umut veren iyi insanlardan başkası değil. Çok detaylı anlatılmasa da Avusturalyalı kadın ve kocasıdır bence filmin umut veren noktası. Dünyadaki adaletsizlik, yaşam koşulları, ülkeler arasındaki gelir uçurumu, aynı ülkede veya şehirde/mahallede yaşayan insanlar arasındaki gelir uçurumu…
Sınırsız eşitsizlik örneği verilebilir. Saru’nun hikâyesini izlerken bunları düşünmemek imkânsız. Ama bir gerçek var: Hindistan’da, Amerika’da, Türkiye’de, Avusturalya’da, Bangladeş’te, İngiltere’de, Almanya’da, İran’da, Rusya’da, Çin veya Japonya’da… Yani her yerde, bunca kötülüğün, adaletsizliğin, pisliğin yeşerdiği dünya denen kürede, iyi insanlar da var. Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 21 Ocak 2017

Captain Fantastic [2016]

 

kaptan-fantastik-2016

Yönetmen&Senarist:
-Matt Ross
Oyuncular:
-Viggo Mortensen
-George MacKay
-Samantha Isler
-Annalise Basso
-Nicholas Hamilton
-Shree Crooks
-Charlie Shotwell
Ülke/Yapım Tarihi:
-ABD/2016
Tür:
-Komedi/Dram

Etrafımda benim gibi mutsuz bir çok insan var. Bazılarını yakından tanıyorum, bazılarını az. Bazılarını hiç tanımıyorum. En çok tanıdığım kişi elbette kendimden başkası değil. Hayatta orijinal olabilen çok az şey vardır, ben orijinal olabilenlerden değilim. Yaşadığım dünyada, ülkede, bana ve benim gibilere dayatılan düzen yüzünden eğer ben bu kadar mutsuz hissediyorsam , demek ki orijinal hiçbir yanım yok. Demek ki benim gibi hisseden milyonlar var. Dünyayı düşününce durum daha da vahim. Daha kötü şartlara mahkum edilen mutsuz milyarlarca insan var demek ki. Herkesin mutsuz olma nedeni farklı elbette. Ama benim gibi doğduğu coğrafyanın üzerindeki laneti bilen, haberleri dinlemeye artık tahammülü kalmayan, daha çocukken aldığı yetersiz eğitim yüzünden çaresiz bırakılan, toplumsal baskıyı iliklerine kadar hisseden, etrafındaki her şeyin onu dört duvar arasında mutsuz ve yalnız bıraktığını bilen biri bütün ütopyalara hayran hayran bakar.
Filmle ilgisi ne bunların?  Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 09 Şubat 2016

“Değirmenlere Karşı”

IMG_8052_Don_Quijote_Quixote_Rocinante_WindmillsLa Machalı Asilzâde Don Kişot‘ta “Aptalların sayısı sonsuzdur” diye Latince bir söz var. Bana kalırsa aptallıkların da sayısı sonsuzdur. Yaşadığımız şehirden/ülkeden, yaptığımız işten, yürüdüğümüz yoldan her gün en az iki kere -sabah ve akşam- tiksiniyoruz. Her şey bu kadar berrakken neden ısrarla aynı aptallıkları yapıp sonuçlarının farklı olmasını bekliyoruz ki. Toplumun -buna ailem, arkadaşlarım, hayatımdakiler dahil- nezdinde bir baltaya sap olmuş, işi gücü olan biriyim. Oysa bir yaşantıma bakıyorum bir de hayal ettiklerime… İnsanların eşit yaratılmadığı, eşit şartlarda doğmadığı bir dünya bu. Ne kadar basit ne kadar da gerçek! Zenginliğimiz kendi marifetimizmiş, fukaralığımız ise kendi beceriksizliğimizmiş; suyu çıkarılmış dinimizle/gelenekle ve göreneğimizle, mahalle baskımıza hayat veren ırkımızın damarlarında gezen mükemmel kanla(!) gururlanmak sanki bizim belirlediğimiz şartların sonucuymuş gibi yaşamak ne bıktırıcı bir durum! En iyi ihtimalle bir tesadüfün arkasında alnımızdaki kaderdir bunlar. En kötü ihtimalle bir sayfa yazı yazıp isyan bayrağını kendimle hesaplaşma olarak dile getirsem de değişen ne?
“iyi bir kürekle iyi bir toprağa gömülüyoruz”
İyiyiz çünkü, hem de çok iyi! En azından biz,  “Nasılsınız?” sorularına “iyiyiz” diye cevap veriyoruz. Nerede olduğundan, nasıl bir geleceğe uyandığından haberi olmayan, burnu kokuları ayırt edemeyen “iyileriz”. Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 11 Haziran 2015

“Kendini Karaladı Adam”

11393115_931315293599184_5910594587171414700_nBloguma klasik doğum günü yazısı yazmasaydım olmazdı. Üstelik doğum günüm seçim sonrasına denk geldi. Bu yüzden önce beni ciddi mânâda rahatsız eden seçim sonrasının atmosferi hakkında yazmak istiyorum.

Bazen seçim sonrasına bakıp ülkenin geleceğinden endişe ederdim. Seçimden önce herkes hoşgörü, kardeşlik, dostluk, dürüstlük gibi yani her tarafından erdem fışkıran sözler paylaşıp öyle de davranıyordu. Taa ki seçim bitene kadar. Ama seçimden sonra ilk defa hiç beklemediğim insanlardan, en hoşgörülü geçinen insanların, kendi fikirlerine inanmayanları bir anda “ötekileştirdiğini” gördüm. Kendim bu yazdıklarımdan münezzeh değilim. Belki yanlışlar yapmışlığım, haksızlık etmişliğim vardır. Ama seçim sonrası gerçekten kâbus gibiydi. Bir anda bu insanlardan, ülkeden kaçacak, göçecek neresi var acaba? diye düşündüm. Bu öfkeye karşı kör durmak, sağır duymak makbul değil ki. Aklıma hiçbir yer gelmiyordu. Nereye gidersen git aklını da kalbini de yanında götürürsün derler. Acılarını da, hayatındaki iyi ve kötü insanları da ve daha bir sürü şeyi… Falan filan derken arkadaşlar, doğum günü münasebetiyle küçük de olsa çok güzel, keyifli bir gün geçirmemi sağladı. Bugün çekilen fotoğraflarıma bakıyorum, eminim aynı karede yer aldığım her arkadaşım bir diğeriyle aynı partiye oy vermemiştir. İşte bu yüzden kaçmak çözüm değil. Biraz daha sabır biraz daha kalp, biraz daha ama her şeyin iyisinden biraz daha… Bakın etrafınıza, ama dikkatli bir şekilde bakın, hiçbir siyasi görüş, fikir çatışması, farklılık etrafınızı saran, sizi seven, size önem veren insanlardan daha değerli değildir. İyi ki hepsi var, neye inanırlarsa inansınlar, nasıl görmek isterlerse dünyayı görsünler, iyi ki benim gözlerimden değil kendi pencelererinden görüyorlar. Vaktiyle kendini karalayan adam artık kendini yazabiliyorsa bu onların sayesindedir. Siz siz olun başkalarının oturacağı bir koltuk için tanımadığınız insanları, kültürleri, hayatları, acıları ne olursa olsun karalamayın. Belki de aynı fotoğraf karesinde yer aldığınız, çok sevdiğiniz bir arkadaşınızın aidiyetini incitirsiniz. Siz siz olun kendinizi karalamayın. Sonra yalnızlık öyle bir çöker ki “Kendini karaladı adam” olursunuz. Yapayalnız kalırsınız. Tamamını Okuyun…

img_9dc1d8b9784245c5ad7d577b29af6ad3
Yönetmen&Proje Sahibi: Nezih Ünen

“Filme başladığımız gün ekibime “Bir senaryomuz yok, Anadolu yazacak, biz de çekeceğiz” demiştim. Ö̈yle de oldu! Antik uygarlıklardan kalma yorgun ve yıpranmış kültürler diyarında bu filmi çekme tarzım, her şeyin kendiliğinden gelişmesine izin vermek ve insanların hikayelerini şarkılar, ritüeller ve danslarla anlatmasına yardım etmekti.”

 

Bir film izliyorsun. Bi bakmışsın bir melodi bir söz çarpmış seni. Hem geçmişe götürmüş hem de hiç bilmediğin bir kıyıya atmış. Oradan ne keşfettiysen o sensin. Ne hatırlarsan o senindir.

İki gün önce “Anadolunun Kayıp Şarkıları”nı izledim. Belgesel sekiz yıllık bir emeğin sonunda ortaya çıkmış. Sekiz yıllık emeği 97 dakikaya sığdırmışlar. İzlerken çok beğendiğin bazı yerler bi bakıyorsun yarım kalıyor. Dile kolay, sekiz yıl. 97 dakika… Keşke daha uzun olsa!

Konu filmden başladı, başlaması da normal, çünkü “Maçahela Polifonik Şarkılar Topluluğu”nu filmle keşfettim. 97 dakikalık belgeselde en fazla 3 dakikalık yer tutuyorlar. Müzik bilgim yok. Çocuğuna flüt alamayan baba gibiyim bu konuda. Bir flüt kaç paraydı la!
Neyse, nerde kalmıştık? Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 11 Kasım 2014

Yıldızlararası[2014]

interstellar yıldızlararası 2014

Yönetmen:
-Christopher Nolan
Senarist:
-Jonathan Nolan, Christopher Nolan
Oyuncular:
-Matthew McConaughey
-Anne Hathaway
-Michael Caine
-Matt Damon
Ülke/Yapım Tarihi:
-ABD/2014
Tür:
Bilim-Kurgu/Macera/Gerilim/Dram

Size önce lise yıllarımdaki sayısal derslerimin notlarından bahsedeceğim. Fizik, Kimya, Matematik ve Geometri derslerimin notu “Sıfırdı”.  Peki bunun “Yıldızlararası” adlı bilim-kurgu filmiyle ne ilgisi var? Çünkü “Uzay-Zaman, Solucan Deliği, Kara Delik, Atmosfer, Yerçekimi, Düzlem, İzafiyet Teorisi” gibi terimlerin sıkça kullanıldığı bir filme sadece İzafiyet Teorisi hakkında bildiğim bir kaç kırıntıyla gittim. Benim gibi kafası bu tür konulara basmayan biri için filme hayran olmanın açıklaması ne olabilir? Elbette çok iyi bir Fizikçi olup bu filmi izlesem muhtemelen “ya şurada hata var, burada bilgi yanlışlığı var” gibi tuhaf şekillere girebilirdim veya filmi daha iyi bir gözle izleyip daha fazla keyif alabilirdim. Yine de durumumdan şikayetçi değilim. Eğer bilimsel bir gözle izleyecekseniz bu çabanız nafile! Söz konusu sinemaysa lütfen bu filme benim gibi  olaya tamamen yabancı bir adamın gözüyle bakın. Sinema size gerçeği değil gerçeğin gölgesini gösterir. Veya hiçbir şey göstermez. Salondan ayrılırken  yüzünüzde “İyi ki bu filme geldim” ifadesi yer alıyorsa yönetmen/senarist/oyuncular işini yapmıştır.  Yıldızlararası, bunu hem de sinema tarihine adını mıh gibi çaka çaka gerçekleştiriyor. Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 16 Ekim 2014

Baran[2001]

poster

Yönetmen & Senarist:
-Majid Majidi,
Oyuncular:
-Hossein Abedini(Latif)
-Zahra Bahrami(Baran/Rahmet)
-Mohammad Amir Naji(Memar)
Ülke/Yapım Tarihi:
-İran/2001

Sınır komşumuz, dini, kültürel ve ticari birlikteliğimiz olan İran,  söz konusu sinema olunca bizim bu konuda daha ne kadar yol almamız gerektiğini bir kez daha ispatlıyor. Bizden kat be kat sansürün mevcut olduğu bir ülke olmasına rağmen, bu ülkenin kendi özünden çıkan, seyredenleri sarsan hikâyelerini/filmlerini görmek beni şaşırtıyor. Ayrıca İran filmlerinin Türkiye’de yeterince gösterim şansı bulmamaları kötü. Hâliyle korsandan besleniyoruz. Asıl mevzuya dönmeden önce bir uyarıda bulunacağım. Yazım filmin bir çok detayını, hatta en güzel detaylarını içermektedir. Bunu göze alarak okuyunuz.

Filmin Girizgâhı:
1979 yılında Sovyetler Birliği Afganistan’ı işgal etti. Sovyetler 10 yıl sonra geri çekildiğinde ülkenin eski halinden eser kalmamıştı. Bu yıkımla birlikte sonrasında başlayan iç savaş, Taliban rejiminin zalim saltanatı ve 3 yıllık kuraklık, milyonlarca Afgan’ın ülkelerinden kaçmasına yol açtı. Birleşmiş Milletler’in tahminine göre İran şu anda 1,5 milyon Afgan mülteciye ev sahipliği yapıyor. Yeni neslin büyük bir kısmı İran’da doğdu ve ülkelerini hiç görmediler.

Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 15 Haziran 2014

Kış Uykusu [2014]

585745

Yönetmen:
-Nuri Bilge Ceylan
Senaryo:
-Nuri Bilge Ceylan & Ebru Ceylan
Oyuncular:
Haluk Bilginer
Nejat İşler
Demet Akbağ
Melisa Sözen
Serhat Mustafa Kılıç
Ayberk Pekcan
-…

İtiraf ediyorum; filmi izledim ve arabanın/aklımın camını kıran taşı anlatmak için yazıyorum tüm bunları. Bu yüzden sadece Kış Uykusu‘nu değil; biraz da Nuri Bilge Ceylan hakkındaki önyargılarımı anlatacağım bir yazı olacak.

Nuri Bilge Ceylan’ın daha önce  “İklimler” ve “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmlerini izlemiş, “İklimler”i çok sevmiş ama “Bir Zamanlar Anadolu’da”ya aynı yakınlığı hissetmemiştim. Üstelik “Sanat Filmi” tabiri bana hep itici gelmiştir, ki Türkiye’deki temsilcisi şu an tartışmasız N.B. Ceylan’dır. Biliyorum, siz eğer bu blogtaki film yazılarını okuduysanız eminim benim de “aşırı sanatsal kaygılarla çekilmiş filmler“i sevmediğimi anlarsınız. Sinemada aradığım  şey, hayatıma dokunacak, kendimden bi parça bulacağım, zihin açıcı filmler oluyor. Nuri Bilge Ceylan’ın  adını duyduğumda uykumun geldiğini itiraf etmeliyim. Aşırı sanatsal kaygıları varmış(!) çünkü. Ama “Kış Uykusu” sayesinde sinemadan zihin jimnastiği yapmış, uykum kaçmış, keyfim yerine gelmiş, hayatın ayrıntılarına antenlerimi açmış bir şekilde çıktım.

Cannes Film Festival’inde ödül almasa muhtemelen “Kış Uykusu”nu izlemeyecek bu yazıyı yazma gereği duymayacaktım. Sonuçta filmin 150 kopya ile gösterime girmesi tamamen aldığı ödülün yarattığı etkiden ibarettir. Belki benim de sinemaya gidip izlememde bunun etkisi vardır. Genellikle ödüllere aldanarak film izlemiyorum. Ya da sanatsal kaygılara… “Kış Uykusu” biraz istisna… Çünkü artık bir orta sınıfı olmayan, üst ve alt sınıftan teşekkül Türkiye’ye dair, insan hayatını, kadın-erkek ilişkisini, ekonomik uçurumu, aşağılamayı/aşağılanmayı, gururu, çaresizliği didik didik eden muhteşem bir film “Kış Uykusu”.
Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 25 Nisan 2014

İtirazım Var [2014]

itirazim-var
Yönetmen: Onur Ünlü
Senaryo: Onur Ünlü
Hikaye: Onur Ünlü & Sırrı Süreyya Önder
Oyuncular: Serkan Keskin, Serdar Orçin, Sırrı Süreyya Önder, Öner Erkan, Osman Sonant

Bu yazının nedeni  ulaşabileceğim üç beş kişinin daha bu filmi izlemesine vesile olmaktır. [Yaş sınırı +18 ve bana göre bu sansürün daniskası]

Ülkede yapılan filmlerin kalitesi ortada. Sinema salonlarında gösterime giren, her defasında “acaba bu defa iyi bir film izler miyim?” diyerek zaman ve para harcadığımız ama bir türlü verilen zamanın ve paranın karşılığını alamadığımız filmler içerisinde nadiren de olsa iyi filmler izleyebiliyoruz.

“Kaliteli yerli film” izlemek isteyip ülke sinemasına güven sorunu yaşayanlar için  geçen cuma gösterime giren “İtirazım Var”a şüpheyle yaklaşacak bile olsanız bu film her şekilde size iki saatlik sürükleyici, eğlenceli ama kitabın tam ortasından konuşan bir hikâye vaadediyor.

Bu filmi umarım herkes izler; çünkü bizde adaletsizliğe, yozlaşmışlığa, insana dair bu kadar sert ama doğru söz söyleyebilen çok az film var. İtirazım Var’ın bu işin altından kalktığını rahatlıkla söyleyebilirim.

Filme yapılan sansürü eleştirmeden önce kısaca hikâyeyi özetlemek istiyorum. Selman Bulut’un imamı olduğu camide, namaz esnasında, namaz kılan biri vurulur. İlk başlarda sıradan bir olay gibi dursa da zamanla caminin imamı Selman Bulut, her türlü ahlaksızlığın olduğu kirli bir kumpasın ortasında kalır. Selman Bulut’un yapabileceği tek bir şey kalır. O da cinayeti aydınlatmak… Şu bitmek tükenmek bilmez “Güldürürken düşündürmek” geyiğinin içini bu kadar dolduran başka bir film izlediğimi hatırlamıyorum. İzleyin, izlettirin, destek olun… [Yazının sonunda bunu bi daha tekrar edeceğim] Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 04 Aralık 2013

Sholay [1975]

9042_SHOLAY

Yönetmen:
Ramesh Sippy
Senaryo:
Javed Akhtar & Saleem Khan
Başroller:
-AmitabhBachchan(Jai)
-Dharmendra(Veeru)
-Snjeev Kumar(Thakur)
-Amjad Khan(Gabbar Singh)
-Hema Malini(Basanti)
-A.K. Hangal (İmam Sah’ab)
Yapım Tarihi:
1975

Sholay, dünyanın en büyük ikinci nüfusuna sahip, en fakir ülkelerden biri olan Hindistan’da 38 yıl önce çekilmiş. Bu Hint yapımı film, tamamen gişeye oynamış bir klasik. İzlememiş olanlar muhtemelen bu yazıda “Sholay”ı neden izlemesi gerektiğine dair bir argüman arayacaktır. Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki eğer Amerikan ve İtalyan  westernine taş çıkartacak Hindu westerni nasıl olur diyorsanız, klasik film seviyorsanız, bir tutam müzikal, bol aksiyon, yürekleri dağlayacak dram, sürprizini bozmadan ilerleyen macera, absürtlüğün zirvesi sayılabilecek kavga sahneleri ve komedi filmi seviyorsanız; Tarantino filmlerine bayılıyor, onun senaryolarını, hikâyeyi kurgulayışını seviyorsanız, “Sholay”, bu ve daha binlerce neden için izlenmeyi hak ediyor. Eğer Sholay’ı izlemek için bunlar yeterli değilse, film hakkındaki en can alıcı argümanımı sahaya süreyim: Sholay, Hindistan sinemalarında tam tamına beş buçuk yıl gösterimde kalmış. Hindistan’da gişeye yönelik filmlerin (Blockbuster Film) atası kabul ediliyor. Gösterime girdikten sonra birçok film eleştirmeni tarafından yerden yere vurulsa da kulaktan kulağa ünü gittikçe yayılmış ve aynı filmi sinemada yeniden izlemek için uzun kuyruklar oluşmuş. Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 08 Eylül 2013

Mavi Melek – Der Blaue Engel [1930]

blaueengel3

Yönetmen:
Josef Von Sternberg
Senaryo:
Carl Zuckmayer , Karl Vollmöller ve Robert Liebmann
Oyuncular:
“Lola Lola” – Marlene Dietrich
“Prof. Immanuel Rath” – Emil Jannings
“Palyaço” – Reinhold Bernt
“Sihirbaz” – Kurt Gerron
“Mazeppa” – Hans Albers

Heinrich Mann’ın “Professor Unrat” adlı eserinden 1930 yılında sinemaya uyarlanan “Mavi Melek”,  en çok etkilendiğim siyah-beyaz yapımlardan biridir. Film hem Almanca hem de İngilizce aynı anda çekilmiş, bu şekilde daha geniş bir pazara sahip olacağı düşünülmüş. “Lola Lola”yı oynayan Marlene Dietrich zaten bu sayede  bir anda dünya çapında yıldız ünvanına kavuşmuştur. Ki kendisi sinemadan önce kabarelerde şarkıcılık yapmış, zaten filmdeki rahat tavırlarına hasta olmamak mümkün değil. “Mavi Melek”, filmdeki batakhanenin/kabarenin adıdır. Film, lise öğrencilerini üniversiteye hazırlayan bir okulda/Gymnasium’da saygın bir profesör olan Immanuel Rath’ın saygınlığını yitirip deliye dönüşümünü yani “düşüşünü” anlatır. Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 06 Mayıs 2013

Size Dayatılan Gerçek Değil!

Merakla beklediğimiz filmler vizyona gelmiyor. Gösterime girenler ise 3-5 kopya ile sınırlı. Öte yandan AVM’lerde film izlemekten başka şans bırakılmıyor. İzlediğimiz çoğu şey sansüre maruz kalıyor. Peki, hâlâ nasıl ‘internetten film indirmeyin’ diye uyarıda bulunabilirsiniz?

130429-emek-yaqzı.hlarge

O uyarıyı görüyoruz ara ara, hafta sonu yine vardı. ‘Korsan izlemeyin, bizi zengin edin’ minvalinde bir şeylerdi. Peki, yasal olmayan yollara başvurmayalım ama önce insanları ‘aptal’ yerine koymadan biraz gerçeklerden bahsedelim. ‘İnternetten film indirmeyin, sinemaya gidin’ diye tehditkar bir yol göstermenin böyle bir ülkede, gerçek hayatta bir karşılığı yok maalesef. ‘Emeğe saygı’ klişesinden önce söylemekten bıktığımız halde duyulmayan bazı noktaları yeniden sıralamak gerekirse;

Öncelikle; vizyon diye takip edilen şeyin artık ortalama bir sinema seyircisi için bile hiçbir şey ifade ve vaat etmediği ortada. AVM’lere mahkum edilen sinemaların vizyon yelpazesi yok denecek kadar azaldığı gibi, çoğu ödüllü/ iyi eleştiri almış/ merakla beklenen/ en azından yönetmeni, yazarı referans olan/ dikkate alınması gereken filmlerin şansı kalmamış durumda. ‘Vizyona girdi’ diye sevineceğimiz filmlerin kopya sayısı ise 1 ile 5 arasında değişiyor. Şaka gibi… Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 03 Mayıs 2013

Dokuz Kraliçe [2000]

42375-b-nine-queens

Yönetmen/Senarist Fabián Bielinsky tarafından 2000 yılında beyazperdeye kazandırılan, Arjantin yapımı bu muhteşem filmin,  The Sting[1973] ve Olağan Şüpheliler[1995] kadar iyi bir suç filmi olduğunu söyleyebilirim.  “Marcos” rolünde Ricardo Darin ve Çaylak dolandırıcı “Juan” rolünde Gaston Pauls var. Yine filmin en diş-l-i karakterlerinden biri olan, Marcos’un kız kardeşi, “Valeria”ya ise Leticia Bredice hayat veriyor. Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 29 Nisan 2013

“İki Film İki Kartpostal”

SWScan00057   55

I.Kartpostalı Marian gönderdi, Hollanda‘dan… 1939 yapımı, The Hunchback of Notre Dame isimli filmin aynı zamanda posteri oluyor. Bu tür bir karta sahip olmak mutlu etti. Ekrandan nasıl görünüyor bilmiyorum ama kartın kendisi cidden çok güzel. II.Kartpostal uzun süredir bloga eklemenin nasip olmadığı bir kartpostaldı. Pedro Almadovar‘ın 2004 yapımı “Kötü Eğitim” adlı filmine aitti. Bu gece aklıma esti ve ekleyeyim dedim. Kartpostal’ın bana Yunanistan‘dan geldiğini ve gönderenin Antigone olduğunu belirteyim. Karttaki kırmızı noktaya aldanıp Japon filmi beklemeyin. Film, Pedofili ve Eşcinsellik hakkında… Yani kırmızı nokta aynı zamanda filmdeki cinselliğe vurguda bulunuyor. Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 19 Nisan 2013

“Çocuk Ölmek Güzeldir”

51

Siyah-beyaz olması bir yana kaç haftadır masamda duran bu karta baktıkça hayatımın en fazla bu kadar renkli olduğunu hissettim. Sanki gökyüzümün elektiriği kesilmiş de damarlarımda kalan bir kaç damla ışıkla yola devam etmeye çabalıyorum. Eskiden yağmur yağınca mutlu olurdum, kışın ortasında berrak ve kararında bir sıcaklık beni kendime getirmeye, o günden keyif almama yeterdi. Şimdilerde iğreti bir elbise gibi  her sabah ve akşam, gittiğim her yere benimle gelen geçmişi unutmaya, yeni bir son yazmak için yeniden başlamaya çabalıyorum.

“Çocuk olmak” değil de “çocuk ölmek” olsaydı kaderim, Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 24 Şubat 2013

Kelebeğin Rüyası [2013]

44278_413562588732224_1896271609_n534784_413493152072501_1785009301_n536122_413523055402844_1367066997_n

*Yönetmen:
Yılmaz Erdoğan

*Oyuncular:
-“Şair” Rüştü Onur rolünde Mert Fırat
-“Şair” Muzaffer Tayyip Uslu rolünde Kıvanç Tatlıtuğ
-“Şair” Behçet Necatigil rolünde Yılmaz Erdoğan
Suzan rolünde Belçim Bilgin
Mediha Sessiz rolünde Farah Zeynep Abdullah

*Senarist:
Yılmaz Erdoğan

*Yapım Yılı:
2013

Film Hakkında:

  • Gösterimde olan bir film hakkında yazmak, o filmi yorumlamak, ondan uzun uzun bahsetmekten pek hazzetmiyorum. Mümkün olduğunca eski filmlere yönelen, popüler olandan çok az bahseden biriyim. İlk defa bir kaç gün önce sinemada zar zor yer bulup izlediğim bir filmden bahsetmek istiyorum. Yazacaklarımı bir şeyler dikte etmek için değil, filmi izlemek için küçücük bir neden arıyorsanız bunun da “Şiir” olduğunu söylemek için yazacağım. Sözü çok uzatmadan filmden biraz bahsetmek daha doğrusu filmi “övmek” istiyorum. Belki filmi izleyecek olanları yanlış bir şekilde ve büyük beklentiyle salonlara yönlendirmiş olacağım ama “Kelebeğin Rüyası”nın bunu hakkettiğini düşünüyorum. Gelelim filme… Tamamını Okuyun…
Gönderen: 7.Samuray | 18 Aralık 2012

“Eyfel Kulesi”

Eyfel

Uzun süredir bloga yeni kartpostal eklemedim. Fransa‘dan Vera‘nın gönderdiği bu kart o kadar güzel ki hemen buraya eklemek istedim.  Aldığım kartlar içerisinde bir ülkeye ait bir sembolü en güzel anlatan kart bu olsa gerek. Dansçı kadın figürü karede çok net görünmese de Paris’in kadın ruhunu temsil ediyor. Ya da ben böyle görmek istiyorum. Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 28 Kasım 2012

“Korkma Ben Varım”

Sevgilime, “Korkma ben varım” dediğimde ona [onun asla bilemeyeceği kadar] büyük bir söz vermiştim. Varlığım her daim sahnemdeki kadınımın kalbini karanlıkta aydınlatan ışık olacaktı. Sözüm sözdü. Ellerim kelepçeliydi. Kalbim sadece sevgilimin açabileceği “Gizli” ibareli bir zarf gibi mühürlüydü.

Varlığım, kadınımın korkularıyla baş edememiş olmalı ki verdiğim sözün, mühürlü zarfla beraber, gerçek sahibine hiçbir zaman ulaşamadığını geç fark ettim. Ellerim hâlâ kelepçeliydi. Sözüm hâlâ sözdü. Zarf hâlâ gizliliğini koruyordu. Ama İş işten geçmiş sahnenin ışıkları sönmüştü! Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 12 Temmuz 2012

“İki Film Birden”

Artık tatil zamanı yaklaşıyor. Bir yerlerde durup kök salmaktan sıkıldım. iki yıldır tatil denebilecek pek bir şey yapmadım… Gitmeden evvel masamda duran kartpostalları bloga eklemeye devam edeyim dedim.

Hollanda‘dan Laura bu kartpostalı göndermiş.  Karttan dolayı mutluyum çünkü  “Otomatik Portakal/A Clockwork Orange” en sevdiğim Stanley Kubrick filmlerinden biri. Belki herkes için etkileyici bir film sayılmaz ama izlediğim zaman cidden bende şok etkisi yaratmıştı. Ara sıra bloga,  bu film hakkında bir kaç söz eklemek isteği içimden geçiyordu. Neyse ki kartpostal sayesinde artık buna gerek kalmadı.

Görüldüğü üzre Anthony Burgess‘in romanı[ymış]. Stanley Kubrick de alıp film yapmış. Kitap okumak ağır gelecekse en azından filmine göz atılmalı. Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 10 Temmuz 2012

“Bu Kartpostalı Ben Yaptım”

    Keli Craig,  postcrossing sayesinde tanıştığım , Türkiye hakkında bilgi sahibi olmak isteyen Amerikalı… Blogtaki filmleri Kadıköy hakkında gönderdiğim kartpostalı çok sevmişti. Bu yüzden bana bir güzellik yapmış ve aldığım en güzel kartpostalı yolladı. Aslında gelen zarfın içerisinden o kadar çok kartpostal çıktı ki ne yapacağımı şaşırdım.  Olayı biraz öyküleştirerek anlatayım. Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 29 Haziran 2012

İnsan Manzaraları Üçlemesi [1959]

İnsan Manzaraları Üçlemesi
[The Human Condition Trilogy/Ningen no jôken]

İnsan Manzaları Üçlemesi [The Human Condition trilogy] II.Dünya Savaşı konulu ve genel olarak “savaş karşıtı filmler” içerisinde şu ana kadar izlediğim en gerçekçi yapımların başında geliyor; çünkü yönetmen ve başrol oyuncuları Japon olmasına rağmen kamera hiçkimseyi haklı çıkarmıyor. Mesela “Er Ryan’ı Kurtarmak filmini hiçbir zaman savaş karşıtı bir film olarak izlemedim. Benim gözümde her zaman “savaş filmi” olarak kaldı. Sonuçta belli bir tarafı tutuyor ve bazı yerlerde savaşa methiyeler düzdüğü bile söylenebilir. Oysa savaş karşıtı filmdeki kamera tarafsız bir şekilde olayları yansıtmalı ve kahramanlığa methiyeler düzmemelidir.  Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 26 Haziran 2012

“Sana ve Güvercin Tüylerine Dair”

Sen bunları okuyacağını bilmiyordun. Oysa yazmaya başladığım andan itibaren senin ne zaman gelip bunları okuyacağını düşünmeye başladım.Sen de benden daha iyi biliyorsun ki başka çaren yok, gelecektin. Sen gelmek istemesen bile aklındaki şüphe, kalbindeki merak getirecekti seni buraya. Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 21 Haziran 2012

“Kahve ve Sigara”

 Hollanda’dan Linda bana bu kartı yolladı. Anladığım kadarıyla postcrossing’teki profilimde blogun adresini tıklamış.Filmlerle azda olsa haşır neşir olduğumu anlamış. O da kartpostal olarak bana bu filmin posterini yolladı.Jim Jarmusch’ un “Ölü Adam” diye bir filmi var. Geçenlerde izlemek istemiştim ama kısmet olmadı. Araya, Avrupa Futbol Şampiyonası girdi. Filmi de bir türlü izleyemedim. Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 11 Haziran 2012

Ah Güzel İstanbul [1966]


Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senaryo:
Safa ÖnalAyşe Şasa
Yapım Yılı: 1966
Haşmet İbriktâroğlu: Sadri Alışık
Artist Ayşe: Ayla Algan

Zambak Düriye: Diclehan Baban
Aktör Şefik: Feridün Çölgeçen
Balıkçı İbrahim: İhsan Yüce
Bakkal Halil: Danyal Topatan

Filme dönecek olursak…

  • Haşmet İbriktaroğlu sabahın erken saatinde kafasını, kaşıkladığı çorba tasından kaldırır, esner, elinin tersiyle ağzını hafiften siler, cebinden tabakasını çıkarır, neredeyse film boyunca ağzından düşmeyecek sigaralardan birini yakar ve kameraya bakarak özgeçmişini anlatır:

Bendeniz Haşmet İbriktaroğlu… Dedemin dedesi Osmanlı sarayında ‘ibrikçibaşı’imiş. Dedem ‘Paşa’, amcam ‘süfera’dan, babam da zengin bir hovarda hem de tüccar.

Beylerbeyinde bir yalıda dünyaya gelmişim. Validem, daha ben bir yaşımdayken yakışıklı bir zabitle kaçmış. Peder, içkide iki hanı ve bir koca köşkü yemiş bitirmiş. Ehh, servetin geri kalanını ayıptır söylemesi biz batırdık, tüccarlığın bir zamane sanatı olarak inceliklerini kavrayamadığımızdan birkaç işten anlamazın aklına uyup birkaç madrabazın eline çevirsinler diye para bıraktık. İflasla beraber yalıyı da sattık. Bir çul artmamacasına geriye kalan ne var ne yoksa hepsini dağıttık.

Şimdi çok rahatız elhamdülillah!  Mütevazı bir meslekte karar verdik, geçinip gidiyoruz. Efenim mesleğim seyyar fotoğrafçılık. Haa başka bir iş yapamaz mıydım? Yapardım tabi; ama kendi başıma buyruk olmak istedim. Yani böyle iki üç kuruş için -bu esnada esner- hürriyetimi filan satmak istemedim yani.

Kalkmalı, akşamda bir fazla kaçırmışım ki sormayın.

Gönderen: 7.Samuray | 03 Haziran 2012

“…Ama Sonra Oyun Başladı”

Finlandiya’dan geldi bu kart.Gönderen Konkajo…Açıkçası futbolu çok seven biri olarak karta bayıldım. Formaları baya güzel. Milli takımları da olabilir kulüp takımı da.

Kartın altında yazılanın ilk cümlesi ne anlama geliyor bilmiyorum. İkinci cümle için google çeviriden yararlandım:

“Mutta sitten peli alkoi”  Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 29 Mayıs 2012

Sadık Şendil

  • Sadık Şendil‘den bahsederken “Şurda doğdu, şurda öldü” gibi bir girişi ve o girişe iliştirilmiş doğum ve ölüm tarihlerini yazmak istemiyorum. Velhasıl bu yazıyı “Yeşilçam”ı yâd etme olarak da okuyabilirsiniz ya da gerçekten büyük bir “yazarın”  neden ıskanladığı olarak da. Karar sizin… Tamamını Okuyun…
Gönderen: 7.Samuray | 26 Mayıs 2012

“Güneş Topla Benim İçin”

Avusturalya’dan Justine gönderdi. Aldığım en güzel kartlardan biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Karta tıklayın, en büyük hâline bakarken boyaların güzelliğini daha yakından görebilirsiniz. Aklıma “güneşle” ilgili iki şarkı geliyor karta bakarken, her iki şarkıyı buraya ekleyesim yok,biri yeterli. Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 23 Mayıs 2012

“Turuncu Tramvaydan Büyük Ada’ya”

Bu kartpostalı bana Hollanda’dan Jolanda göndermiş. [Hollanda’dan Jolanda…Türkçe’ye uyarlayınca böyle kafiyeli bir durum ortaya çıkıyor.]

Tramvay bana  istanbul’u anımsattı. Birden balık ekmek kokusu aldım. Gideceği yeri tarif etmeniz için soru soran turistler,akşam üstü eve dönen orta ve alt sınıftan insanlar… Turuncu ülkeden gelen bu kartın ve karttaki tramvayın benim ülkemle bir ilgisi olmasa da şehirlerarası özlem duymamı sağladığı bir gerçek. Bir kart nelere kadirmiş değil mi ? Tanımadığınız insanlar,bilmeden sadece bir kartpostal ile size “özlemeyi” anımsatıyor.

Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 14 Mayıs 2012

“Sibirya’da Köpek Yalnızlığı”

Kart Sibirya’nın başkenti “Novosibirsk”ten geldi[Sibirya Federal Bölgesi’nin başkenti].

Kartı gönderen Mazia… Tamamını Okuyun…

Gönderen: 7.Samuray | 11 Mayıs 2012

“Bir Zamanlar Çin’de”

Bu haftalarda günler feci yoğun geçiyor. İşyerimdeki odama bile zar zor gidebiliyorum. Hafta boyunca ilk defa odama dün gittim. Masada postadan gelen üç adet kartpostal duruyordu. Yine kartpostal ve yine mutluluk… Diğer ikisini daha sonra ekleyeceğim. Önceliği Bruce Lee’nin memleketi Çin’den gelen bu kartpostala veriyorum. Tamamını Okuyun…

Older Posts »

Kategoriler